31 Ağustos 2009 Pazartesi

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NÛRUNUN YARATILMASI:

- 32 –

Hz. ÂDEM’İN BEDENİNE RUHUN ALIŞMASI:

İnsan bir saatte bin defa nefes alıp verir. Bir günde, yirmi dört bin defa câna, Rahmân’dan haber gelir. Rûha, Rahman’dan gelen haberini, bedenin her noktasına, kemiklerin iliklerine kadar göndermesi emredilir. Cân, dosttan bu haberi aldığı müddetçe beden hayatta kalır. Bu haber kesilince, cân bu tenden gider. Asıl vatanına kavuşur. İnsan ölüp beden hareketsiz kalır.

Ruh güneşi, beden sarayına doğunca, âza pencerelerinden bu güneşin ışıkları yansımaya başladı. O kadar ki her uzuv bu nûrları kendinden sandı.

Hepsi kendi güzelliğini ve kendi olgunluğunu söyleyip övünmeye başladılar. Göz: “Ben olmasam âlemi kim görürdü” dedi. Ayak: “Ben olmasam nasıl ayakta durulur ve beden ne ile yürürdü” dedi. El tutması ile, kısacası her uzuv kendi özelliğini ileri sürüp övündüler. O sırada rûh, bunların bu konuşmalarını işitip: “Eğer ben olmasaydım, hepiniz hareketsiz kalır ve çürüyüp hiç olurdunuz” dedi. Rûh sözünü bitirir bitirmez, gaybdan bir nidâ geldi: “Ey rûh ve cân! Eğer cânan’ın cemâlinden Sana nur aksetmese, celâl ve cemâlim hakkı için sen de beden gibi hemen fâni olurdun.

Devamı var Alıntıdır…

30 Ağustos 2009 Pazar

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NÛRUNUN YARATILMASI:

- 31 –

Hz. ÂDEM’İN BEDENİNE RUHUN ALIŞMASI:

Lâtife ve Nükte:

Yüce ve Ulu olan Allâh c.c. yaratacağı insanları tafsilâtlı olarak kaleme bildirdi. Ondan Lavh işitip öğrendi. Levh’den İsrâfîl öğrendi. O da Cebrâil (a.s.)’a bildirdi. Sonra ondan bütün melekler öğrendiler. Sonra Allâhu Teâlâ’nın kazâsı meydana çıktı. Hak Teâlâ ateş küresine emretti. Ateş havaya karışıp rüzgâr hâsıl oldu. Rüzgâr, ateşten sıcaklık aldı. Ateş de yelden serinlik kazanıp renk aldı ve can’ın gıdâsı oldu. Allâh’ın inâyeti ve irâdesi, insanların canlarını bu karanlık âleme gönderince, gıdâlarını da rüzgârlara ısmarladı. İnsanların canlarına, gıdâlarını, bu rüzgâr vasıtasıyla gönderdi. Bununla birlikte binlerce meleği de bu işte vazifelendirdi. Şöyle ki bu melekler, canlarının gıdası olan havanın insanların burun deliklerinden ciğerlerine kolaylıkla inmesine yardım ederler. Böylelikle insanların muhtaç oldukları en lüzumlu gıda olan havayı Hak Teâlâ onlara bedava ihsan eyledi. Zahmetsizce insanların ciğerlerine gönderdi. Bu havaya kendi kokusundan verdi. İnsanın canı bu kokuyu koklayıp tâze hayat buldu. İşte bundan dolayıdır ki Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Rüzgâra söğmeyiniz. (Çünkü o da, Allâh’ın emrindendir.) Hoşunuza gitmeyen şiddetini gördüğünüzde: Yâ Rab! Sen’den bu rüzgârın hayrını isteriz. Bunun kötülüğünden, taşıdığı ve getirdiği zararların şerrinden sana sığınırız, diye duâ ediniz” buyurmuştur.

Devamı var Alıntıdır…

27 Ağustos 2009 Perşembe

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NÛRUNUN YARATILMASI:

- 30 –

Hz. ÂDEM’İN BEDENİNE RUHUN ALIŞMASI:

Ruh, Âdem (a.s.)’ın bedenine yerleştikten sonra, zaman zaman Allâhu Teâlâ’ya yakınlığını ve eski makamlarını hatırlayıp üzülürdü. Bu keder kafesini parçalayıp alışmış olduğu aslî vatanına dönmek isterdi. Onun için ruhu, çocuk avutur gibi kâh meleklerle beraber oyalarlar, kâh bağlarda, bahçelerde gezdirip eylerlerdi. Böylece eski vatanına olan özlemi ve ızdırabı biraz sakinleşti. Zaman zaman Yüce Allâh’tan selâm getirirler ve çeşitli vaadler ve türlü müjdeler verirlerdi. Böylece ruh, bu fâni dünyada birkaç gün, âlemin kokuları ile diri kaldı.

Şeyh Verkânî (Kuddîse sirruh) Fâtiha’nın şehrinde der ki: Temiz ve pak olan rûh, topraktan yaratılan bu cisim ile hiç yakınlık peyda etmedi, onu sevemedi. Çünkü aynı cinsten değildiler. Biri emir âleminden, diğeri halk âleminden idi. Lâkin hayat ve sonsuz kudret sahibi olan Yüce Allâh, birbirine hiç benzemeyen, birbirinin zıddı olan ruh ile bedeni birbirine yaklaştırıp bağladı. Bu yakınlaştırma, “Bilmiş olunki, yaratmak da, emr (yani ruh) Allâh’ın hakkıdır.” (Araf S. 54) kavl-i şerifiyle oldu. Ruh kuşu, beden kafesine kendi isteğiyle girdi.

Devamı var Alıntıdır…

24 Ağustos 2009 Pazartesi

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NÛRUNUN YARATILMASI:

- 28 –

ÂDEM (A.S.)’A RUH VERİLİŞİ:

Rivâyet edilir ki, Âdem (a.s.) rahmet kelimesini işitince: “EYVAH!” dedi ve elini başına koyup ağladı, musîbet zamanında böyle yapmak, evlâdına âdet oldu.

Allâh Teâlâ: “Ey Âdem, niçin eyvâh dedin ve ağladın?” diye sordu.

Âdem (a.s.) “Ey Rabbim, gözümü açtım. (Ümmetün müznibetün) yani günahkâr ümmet, yazısını gördüm. Sonra kulağım, (Yerhamuke Rabbuke) yani Rabbin sana acır, merhamet eder sözünü işitti. Bundan anladım ki, bu ümmet isyan edecek, isyan ise cezayı gerektirir. Ben ise cezaya dayanamam, dedi.

Yüce Allâh’tan hitap geldi ki: “Ey Âdem, (Ümmetün müznibetün) yazısına baktın. Hemen sonra (Ve Rabbun gafûr) yani Allâh çok afv edip bağışlayıcıdır, yazısını görmedin mi?”

Ey Müslüman! Allâhu Teâlâ, Âdem (a.s.)’ın çamurunu kendi kudret eliyle yoğurdu. Bunun gibi ruh vereceği zaman kimseyi vâsıta yapmayıp: “Ona kendi ruhumdan üfledim.” (Hicr Suresi 29) buyurdu. Hak Teâlâ’nın bu işte kimseyi vasıta yapmamanın hikmeti şudur ki: Ruh, emr âlemindendir. Emr âlemi yüksektir, yücedir. Beden ise halk âlemindendir. Halk âlemi, düşüktür, alçaktır. Aradaki mesafe çoktur. Yolda düşmanı fazladır. Ruh o yüksek âlemden bu alçak ve düşük âleme inerken düşmandan zarar görmesin ve Rabbine yakınlığının lezzetini unutmasın diye Hak Teâlâ onu bizzat kendisi bedene iletti…

Devamı var Alıntıdır…

22 Ağustos 2009 Cumartesi

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NÛRUNUN YARATILMASI:

- 27 -

ÂDEM (A.S.)’A RUH VERİLİŞİ

Âdem (a.s.)’ın hâtırına: (Babanın oğula şefaat etmesi daha uygun olurdu. Acaba niçin aksi oldu?) diye bir düşünce geldi.

Hak Teâlâ Cebrâil, (a.s.)’a buyurdu ki: “Ey Cebrâil, çabuk yetiş. Âdem’i o düşünceden kurtar, yoksa helak olur.”

Cebrâil (a.s.) hemen gelip Âdem’in göğsünü yardı ve endişesinin yarısını çıkarıp yere gömdü. Yarısı da Âdem (a.s.)’ın kalbinde kaldı. O yere gömülen yarımdan, bir ağaç meydana geldi. sonra bu ağaç hataya sebep oldu. kalbinde kalan yarıdan nefs-i emmâre hâsıl oldu.

Ondan sonra ruh, kulağa ve dimağın tamamına geldi. O zaman aksırdı ve. “Ehamdülillâhi Rabbi’l-âlemin = Hamd âlemlerin Rabbine mahsustur.” dedi.

Hak Teâlâ da: “Yerhamüke Rabbüke velihâze halaktüke yâ Âdem.” Yani: (Ey Âdem, Rabbin sana rahmet etsin, seni bunun için yarattım. Ni’metimi yemeden şükrettin. Ben de seni günah etmeden bağışladım) buyurdu:

Yüce ve Ulu olan Allâh, Âdem (a.s.)’ın yaradılışında günaha vesile olacak sebepleri bilip, günah hasıl olmadan ilâcını söyledi ki bu O’nun merhametindendir.

Devamı var Alıntıdır…

19 Ağustos 2009 Çarşamba

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NÛRUNUN YARATILMASI:

- 26 –

ÂDEM (A.S.)’A RUH VERİLİŞİ

Âdem (a.s.) vücudu, Allâh’ın kudretiyle tamam olunca, Hak Teâlâ, âlem-i emr’den olan rûha (şu yaratmış oldğum cesede gir) diye buyurdu. Ruh baktı, karanlık bir yer gördü. Özür dileyip girmek istemedi. Hak Teâlâ üç kere hitap etti. Ruh özür diledi. Sonunda Hak Teâlâ: (Bu cesede istemeyerek gir ve bu cesedden istemeyerek çık.) diye buyurdu. Çünkü ruh latîftir. Madde değildir. Cesed ise madde olduğu için ruh girmek istemedi. Lâkin bu cesedin alnında peygamberlerin sultanu Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ışığı ile göz pınarından zevk ve şevk ile cesede girdi. Âdem (a. s.)’in beyni hayât buldu. Ruh yüz yıl beynin içinde döndü. Sonra vücudu dolaşmaya başladı. Her nereye gitse, saksı gibi olan beden et ve kan olup canlandı. Gözüne ulaşınca görmeye başladı. Kendi bedenine baktı. Henüz vücudunun bazı yerleri balçık idi. Lâkin anlındaki nûrdan ışıl ışıl parlıyordu.

Rivâyet edilir ki, Âdem (a.s.) mübarek gözlerini açınca Arş’a baktı. Orada (Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Resûlullâh, Ümmetün müznibetün ve Rabbun gafûr = Allâh’dan başka ilâh yoktur, Muhammed Allâh’ın Resûlüdür. Günahkâr ümmet ve bağışlayıcı Rabb) diye yazılmış olduğunu gördü. İki şey düşündü. Hâbîbullâh’ın şanını, yüksekliğini ve ümmetinin günahkârlığını. Hayret edip düşünmeye başladı.

Hâlisat’ul-Hakâyık adlı kitap da der ki: Hz. Âdem, Yüce Allâh’a sordu:

“Ey Rabbim, bu kimdir ki adını kendi adın ile yan yana yazdın?”

Hak Teâlâ şöyle buyurdu:

“O senin evlâdından bir peygamberdir. Senden veya evlâdlarından bir zelle sâdır olup bir günah vâki olsa, O’nun şefâatiyle affederi.”

Devamı var Alıntıdır…

17 Ağustos 2009 Pazartesi

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NÛRUNUN YARATILMASI:

- 25 –

Adem (a.s.)’ın kalıbı tamamlandıktan sonra, İbni Abbas’ın rivayetine göre, kırk yıl yerde durdu. Bu müddet zarfında Hak Teâlâ meleklere, bölük bölük gidip Âdem (a.s.)’ın kalıbını ziyaret etmelerini emretti. Melekler onun güzel sûretine ve ilgi çeken duruşuna hayran oldular. Zira o şekilde bir yaratık hiç görmemişlerdi. Bir gün İblîs, daha kovulmadan önca tebaasıyla gezerken Âdem (a.s.)’ın kalıbını görmek için uğradılar. Görünce hayret edip nasıl bir şey olduğunu merak ettiler. İblîs parmağıyla Âdem’in kalıbına vurunca bir ses çıktı. Bazı âlimlere göre, bu ses, yabancı birinin eli dokunduğu için idi. İblîs: “Üzülmeyin içi boştur. Bundan dolayı sabrı zayıf bir varlık olur.” dedi. Sonra: “Sabredin, ben karnını deleyim, içinde ne vardır size haber vereyim.” deyip, karnını deldi, içine girdi. Gökler âleminde gördüğü bütün şeyleri orada gördü. Bir de acâip mahzen gördü. Kapısı kilitli idi. İçine girmek için ne kadar uğraştı ise de giremedi. Âdem (a.s.)’ın kalıbı onu reddetti, İblîs kovuldu.

Bazı büyükler demişler ki: Gönül Allâhu Teâlâ’nın nazar ettiği bir yerdir. Oraya girmeye çalış. Hak Teâlâ’nın nazarına kavuşursun.

Bir velînin gönlünden düşmek, Arş’dan yere düşmekten daha kötüdür.

İblîs, kalıptan dışarı çıkıp gördüklerini arkadaşlarına anlattı. Dedi ki:

“İçerisi şehir gibi olup dolaşmak kolaydır. Lâkin bir hazire gördüm, içine giremedim.ne olduğunu da anlayamadım. Bu sebepten canım sıkıldı. Kalbim kırıldı.”

Sonra İblîs dedi ki: “Ey arkadaşlar! Eğer Allâhû Teâlâ bunu bizden üstün tutarsa siz ne yaparsınız?” Oradakiler: “Kabul eder, tâbi oluruz” dediler. İblîs gönlünden geçirdi ki: “Eğer Allâh bunu tercih ederse, onu helak ederim.” Lâkin Yüce Allâh İblîs’in gönlünden geçenleri öğrendi. Nitekim bir âyet’i kerîmede: “Ben sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim diye buyurmuştur.

Hz. Âdem’in kalıbı tamam olunca, artık ona ruh üflenecek zaman gelmişti. Hak Teâlâ, Cebrâil (a.s.)’a “Habibimin nûrunu getir. Âdem’in iki kaşı arasına emânet olarak koy.” buyurdu.

Bazı âlimler demişler ki: Avcılar bir avuç toprak altına yem koyup tuzak hazırlarlar. Kuş, o yemi görüp tuzağa tutulur. Allâhu Teâlâ da, Âdem (a.s.)’ın toprağına o nûru koydu. Ruh kuşu onu görüp meyletti. Böylece ruh bedene taalluk etti.

Devamı var Alıntıdır…

5 Ağustos 2009 Çarşamba

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NÛRUNUN YARATILMASI:

-24-

ÂDEM ALEYHİSSELAMIN YARATILMASI:

Kısacası bu toprak dünyanın her yerinden alındı. Çeşitli renkleri vardı. Onun için insan oğlu da çeşitli renk ve şekillerde ve çeşitli tabiat ve huylarda yaratıldı.

Sonra Yüce Allâh bu toprak yığınının üzerine bir parça bulut gönderdi. Kırk gün yağmur yağdırdı. Bir rivayete göre, kırk yıl yağdı, otuz dokuzu gam denizinden, biri ferahlık denizinden yağdı. Onun için insanoğlunun üzüntüsü çok, sevinci azdır. Sonra kırk sabah Âdem aleyhisselâmın çamurunu kudretiyle yoğurdu. Cebrâil (a.s.)’a lütf-u izzetten hava getirmesini, Mikâil (a.s.)’a ateş getirmesini emir buyurdu. Getirip koydular. Bir rivâyette, Hak Teâlâ yetmiş bin meleğe emretti. Cennetten su getirip o toprağa döktüler. Toprak balçık oldu. Sonra bir parça buluta emredildi. Kırk yıl yağmur yağdırdı. O çamur siyah balçık haline geldi. Sonra Allâhû Teâlâ Kudret güneşi ile çamuru kuruttu. Bir rivâyette o balçık tâze iken, henüz sertleşmeden Âdem’in uzuvları tertib olundu.

O balçık o kadar kurudu ki vurulduğu zaman saksı gibi ses verirdi. Sonra ondan Âdem (a.s.)’ın uzuvları şekillendi. Burada Kudret-i İlâhiyenin eseri fazla oldu. Bir rivâyette, Âdem (a.s.)’ın her bir uzvunu yeryüzünü ayrı ayrı yerlerinden ve bölgelerinden yarattı. Bazı uzuvlarını Cennetten getirip icad etti. Bunun tafsilâtı Bahr’ud Dürer adlı Tefsîr’de anlatılmıştır. Bir rivâyette, Âdem (a.s.)’ın başını Kâbe toprağından, gerdanını Beyt’ul Makdis toprağından, göğsünü bir başka yerden, mübarek arkasını ve karnını Hind toprağından, ellerini maşrıktan, ayaklarını mağribten, diş, sinir, damar ve kemiklerini başka yerin toprağından yarattı.

“Yaratanların en güzeli olan Allâh ne uludur!” Mü’minûn Sûresi 14

Devamı var Alıntıdır…

3 Ağustos 2009 Pazartesi

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NÛRUNUN YARATILMASI:

-23-

ÂDEM ALEYHİSSELÂM’IN YARATILMASI:

Tefsir ve tarih yazarları derler ki: Yüce ve Ulu olan Allâh, Âdem (a.s.)’mı yaratmak istediği zaman, toprağa şöyle emretti: “Senden bir bölük halk yaratacağım. Bunlardan bir kısmı bana itâat eder. Diğerleri âsi olur. İtâat edenleri Cennet’e âsileri de Cehennem’e sokarım.” Zavallı yer, yalvarıp dedi ki:

“Yâ Rabbi, senin izzetine sığınırım. Benden bir şey alma. Benim toprağımdan yaratacağın o varlıklardan isyân edenlerin Cehenneme gireceklerinden çok korkuyorum.”

Yer bunu söyleyip çok ağladı. Hâlen yeryüzündeki kaynak ve ırmaklar o ağlamanın eseridir. Yüce Allâh Cebrâil (a.s.)’a:

“Gidip yerden bir miktar toprak getir,” diye emredince, Cebrâil (a.s.) yere geldi. Toprak alacağı sırada yer feryâd edip;

“Âllâhû Teâlâ’nın büyüklüğüne sığınırım. Bu gün benden bir şey alma. Zira yarın Cehenneme girerler.” dedi ve çok yemin verdi. Cebrâil (a.s.) yerin bu hâline acıyıp toprak almadı. Boş el ile Yüce Allâh’a geri döndü. Allâhu Teâlâ (niçin boş geldin?) diye sorunca: “Yâ Rabbi, Sana malûmdur ki, emrini yapmamak kasd etmedim. Keremine güvenerek yerin ağlayıp sızlamasına acıdım. Onun için toprak almadım.” dedi. Sonra Mikâîl (a.s.)’a emredildi. O da yere indi. Lâkin o da yere şefkatinden boş döndü. Yüce Allâh’tan özür diledi. Sonra isrâfil (a.s.)’a emredildi. O da gidip toprak alamadan döndü. En sonunda Azrâil (a.s.)’a emredildi. Azrâil (a.s.) yere indi. Her kıt’adan bir miktar toprak alıp Taif ile Mekke-i Mükerreme arasına koydu. Kırk arşın yüksekliğinde bir yığın oldu. Bir rivâyete göre, Azrâil (a.s.) toprağı alacağı zaman yer feryâd etti. Allâhu Teâlâ’dan yeryüzüne şöyle bir nidâ geldi: “ey zemin üzülme! Senden aldığımızı güzel bir şekilde sana iade edeceğim. Cansız toprak alıp, Allâh’ı tanıyan (ârif-i billâh) kişiler gönderirim. Siyah toprak alıp, ay yüzlü ve beyaz âzalı insanlar olarak sana geri veririm.”

Devamı var. Alıntıdır…