25 Temmuz 2009 Cumartesi

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NÛRUNUN YARATILMASI:

-22-

Nakledilir ki, Hz. Cebrail (a.s.) yaratıldığı zaman kendisine baktı. Cemâlinin güzelliğinin ve nurânîliğinin şükrü olarak, Allâh için iki re’kat namaz kıldı. İki re’kat namazı otuz bin yılda edâ edip, dedi ki:

“Yâ Rabbi, benim gibi amel eden kulun var mıdır?

Yüce Allâh’dan hitap geldi ki:

“Ey Cebrâil, son zamanda birm tâife gelir. Az zamanda iki rekat namaz kılarlar. Kalp meşguliyeti ile ve çok eksikliklerle kıldıkları o iki rekat namazı, senin şu kıldığınla değiş,” dedi.

Cebrâil (a.s.) “Yâ Rabbi, böyle iken nasıl değişeyim?” dedi.

Hak Teâlâ buyurdu ki: “Sen hiç bir yer ihtiyâcın ve hiçbir engelin yok iken ibadet ediyorsun. Bu kolaydır. Lâkin onlar zayıf bünyeleri ile bir çok engelleri aşarak ibadet ederler. Bir taraftan çoluk çocuk, bir taraftan mal toplama düşüncesi, diğer taraftan düşman olan şeytan ile cihad ediyorlar. Bütün bunları yenip namazlarını edâ ederler. Bunların sevabı fazla olması, ihsânıma ve hikmetime uygundur.

Devamı var Alıntıdır..

22 Temmuz 2009 Çarşamba

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NÛRUNUN YARATILMASI:

-21-

Âlimler demişler ki: Meleklere böyle cevap verince, söylediklerine pişman olmuşlar. Günah işlediklerini anlamışlar. Bizi ilgilendirmeyen şeyi niçin söyledik deyip günahlarının bağışlanması için bin yıl Kürsî’yi tavaf eylemişler. “Rabbimiz Senin emrine boyun eğdik, Senden özür dileriz, davetine icâbet ettik, sana tövbe eyledik, günahımızı bağışlamanı dileriz” diyerek Kürsî’nin çevresinde dolaşmışlar.

Ravdat’ul-Ulemâ’da der ki; Melekler ilâhî gadabdan korktukları için her gün Arş’ın çevresinde dolaşıp, ağlayıp sızlayarak Allâh’ın gadabından yine Ona sığınırlardı. Hak Teâlâ onlardan hoşnut olup hallerine acıdı ve:

“Ey meleklerim! Sizler mağfiretimi ister misiniz? buyurdu.”

“İsteriz yâ Rabbî. Biz bilmediğimiz işe karıştık. Affedip gadâbından bizi emin eyle, dediler.”

Hak Teâlâ:

“Arş’ın altında bir ırmak vardır. Ondan abdest alın diye buyurdu.”

Melekler abdest aldılar. Sonra Yüce Allâh onlara şu duâyı okuyun buyurdu: “Ey Allâh’ım! Seni tesbih ederiz, Sana hamd ederiz, Sen’den başka ilâh bulunmadığına şehâdet ederiz. Senden afv diler ve Sana tövbe ederiz.”

Melekler: “Ey Rabbimiz, bu amelin sevâbı nedir?” diye sordular. Yüce Allâh: “Ellerin, ayakların, yüzlerin işlediği günahları affedip temizlerim” buyurdu.

Melekler: “Ey Rabbimiz, bu ihsân sadece bize mi mahsustur, yoksa bu ameli işleyen herkes, mağfiretin ile müşerref olurmu?” dediler.

Yüce ve Ulu olan Allâh: “Bu Amel Ümmet-i Muhammed’e mahsustur. Bu ümmetten bir kimse çok günahkâr olsa, abdest aldığı gibi, onu bütün günahlarından temizlerim ve cennetime sokarım, buyurdu.

Devamı var Alıntıdır…

-21-

5 Temmuz 2009 Pazar

RESÛLULLAH (S.A.V.'İN NÛRUNUN YARATINMASI

Bazı işaret ehli (yani mutasavvıflar): “Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korkup titrediler…” Ahzâb Sûresi 72 mânasındaki âyet-i kerîmede geçen (emânet) kelimesinin bu nûra işaret ettiğini söylemişlerdi. Nihayet onların yüklenmekten kaçındığı bu şerefli görevi Âdem (a.s.) yüklenmiştir.

Yüce Allah, ezelî iradesi geregi Hz. Âdem’i ve insan oğlunu yaratmak istedi. Meleklere hitap edip: “Ben topraktan (veya çamurdan) insan yaratacağım.” Sâd Sûresi 71 buyurdu. Ve yine meleklere: “Ben yeryüzünde halîfa var edeceğim.” Bakara Sûresi 30 buyurdu. Buradaki meleklerden murâd, bütün meleklerdir. Âlimlerin çoğu bu görüşü kabul etmişlerdir. Dehhâk (rahmatullâhi aleyh) ise, İbni Abbâs’dan (r. Anh) rivâyetle, burada hususî tâifeler kasdedildiğini söylemiştir. Açıklaması şöyledir ki, Yüce Allah. Âdem (a.s.)’dan önce yeryüzünde, cinlerin babası olan Cân’ı ve evlâdını yarattı. Sonra Cân’ın evlâdı isyân ettiler. Yüce Allah, bir kısım melekleri bunları helak etmeleri için yeryüzüne gönderdi. Azrâîl (a.s.) başkanları idi. Yeryüzüne gelip bunları öldürdüler ve yeryüzünden çıkardılar. “Rabbin, meleklere: Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım, dedi.” (Bakara Sûresi 30) manasındaki âyet-i kerîmedeki buyurulan meleklerden murâd, bunlardır.

Allâhu Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’in Hicr sûresi 27 âyet-i kerimesinde: “Cinlerin pederi olan Can’ı da Âdem’den önce, alevli ateşten yarattık.” buyruldu. Bu ateş bir büyük ateştir ki, hem nûr hem dumanı vardır. Allâhu Teâlâ, nûrdan melekleri, zulmetten de cinleri yarattı. Cinlerin babasına (Dûmâs) veya başka bir rivâyete göre (Târnûs) derlerdi. Melekler nûrdan yaratıldıkları için ibâdete başladılar. Cinler zulmetten halk olunduklarından, küfür, isyan ve tuğyân ettiler. Zamanla çoğaldılar. Yüce Allah bunlara bir şeriat gönderdi. Onları tâata ve ibâdete çağırdı. Târnûs ve evlâdı itâat edip, Hak Teâlâya ibâdete koyuldular. Uzun zaman bu halde devam ettiler. Altı bin otuz yıl, yahut beşbin yirmi yıl, Muhyiddîn el-Arabî’ye göre dört bin yirmi yıl geçti. Bu müddetin sonlarına doğru, inat ve isyâna başladılar. Zirâ ateşin zulmet kısmından yaratılmışlardı. Kibirlenip ibâdeti bıraktılar. Hak Teâlâ, büyüklerini çeşitli cezalarla helâk eyledi. Zayıflar, şeraitten ayrılmamışlardı. İbadete devam ediyorlardı. O’nun için sağ ve salim kaldılar.

Devamı var Alıntıdır…

3 Temmuz 2009 Cuma

RESÛLULLAH (S.A.V.'İN NÛRUNUN YARATINMASI

Bu ihsan karşısında Hz. Resûl-i Ekrem’in nûru dirilip kalktı. O nûrdan yüz yirmi dört bin damla döküldü. Her damladan Allâh, bir peygamberin rûhunu yarattı. Sonra tekrar başka damlalardan Cebrâil, Mikâil, İsfrâfil, Azrâil aleyhimüsselâm” yaratıldılar. Diğer damlalardan da Rıdvân ve Arşı tutan melekler yaratıldılar.

Bir rivâyette ise sözü edilen cevher, bütün maddelerin, bütün yaratıkların aslıdır. O kadar büyük idi ki, âlemin dört yüz misli idi. Bu cevher çok nûrlu idi. Yüce Allah buna heybet nazarı ile baktı. Cevher üç parçaya ayrıldı. Birinden suyu, birinden ateşi, birinden de nûru yarattı. Su nûr ile karıştı. Duman yükseldi. Dumandan gökleri, köpüğünden yerleri yarattı. En alttaki kısımdan güneşi, ayı, yıldızları ve cansız cisimleri yarattı. Ortadaki kısımdan, Arş’ı, Kursi’yi ve Cennetleri halk etti. En üstteki nûru, kendi kudret ve hazinesinde sakladı. Sonra o nûrdan peygamberlerin, velilerin ve erenlerin ruhlarını yarattı.

Lâkim kâinatın efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in nûrunu kudret hazinesinde alıkoydu. O sultan dünyaya geleceği zaman o nûru sahibine iletti ve on sekiz bin âlemi O’nunla nûrlandırdı.

Buraya kadar, bu mevzudaki çeşitli rivâyetleri naklettik. Her ne kadar aralarında bazı ayrılıklar var ise de, hepsinin birleştiği bir husus vardı. O da, bütün yaratıkların aslı ve on sekiz bin âlemin ilk maddesi, Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in mübarek nûrudur. Eğer o olmasaydı, hiçbir şey yaratılmazdı.

Bu nûru mubîni çeşitli perdelerden geçirip, pek çok makâmlara ilettikten sonra, dünyanın ortası olan Mekke-i Mükerreme’den bir miskâl toprak aldılar. Cennet suyu ile yoğurdular. Cennet ırmaklarına daldırıp, yerlerde ve göklerde dolaştırdılar. Sonra bu nûru, sahibine ulaşıncaya kadar emânet olarak koymak için bir yer aradılar. Lâkin bu nûru taşımaya gücü yeten bir yer bulamadılar.

Devamı var. Alıntıdır…

2 Temmuz 2009 Perşembe

RESÛLULLAH (S.A.V.'İN NÛRUNUN YARATINMASI

EY HABİBİMİN NÛRU BEN KİMİM?

Resûlullâh’ın nûru cevap verip:

Beni yaratan, bana rızık veren, beni yaşatan ve öldüren Sen’sin yâ Rabbî, dedi.

Yüce Allâh’tan hitap geldi:

“Ey Habîbimin nûru! Beni güzel bildin. Beni bildiğin gibi, Bana ibadet ile meşgul ol ki, ma’rifetin (yani Beni tanımanın) Bana ibadet yapmak olduğunu bilsinler, buyurdu.

Hz. Muhammed Mustafa’nın nûru hemen ibadete başladı. On yedi bin yıl ibâdet etti. Yüce ve Ulu olan Allâh kendi nûrundan bir miktar, bu nûr üzerine saçtı. Nûr-u Muhammedî, bu ihsândan dolayı şükür secdesine vardı. Hakk Teâlâ bu secde için Kur’ân-ı Kerîm’i müyesser kıldı. O zaman sabah namazı, nûr-u Muhammedî’ye farz oldu. tekrar ibadete koyuldu. On yedi bin yıl ibadet etti. Hak Teâlâ, nûrdan bir elbise giydirdi. Nûr bu ihsândan dolayı tekrar şükür secdesine vardı. Bu secde sebebiyle öğle namazı farz oldu. Bu şekilde beş vakit namaz, nûr-u Muhammedî-ye, şükür secdesi karşılığında farz oldu. Her secdesinde nûrdan bir elbise giydirildi.
Sonra Hz. Muhammed (s.a.v.)’in nûru, şimdi kılınan namaz gibi, iki rek’at namaz kıldı. Kıyamda bin yıl, rükûda bin yıl, secdede bin yıl, tehiyyâtta da bin yıl durdu. Her rükünda bin yıl bekledi. Selâm verip sağında bin yıl solunda bin yıl eğlendi.
Sonra namazı bitirdi. Yüce Allâh: “Ey Habîbim güzel hizmet ettin. Ümmetin için bir hil’at dile” buyurdu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de: “Ey Rabbim! Öyle anlıyorum ki beni ileride bir topluluğa önder olarak göndereceksin. O beşeriyet namazlarını noksan kılacaklar. Ben bu namazın sevabını onlara hibe ettim. Onlar için bağışlanma ve yargılanma (mağfiret) hil’ati isterim”, dedi. Yüce Allâh’tan hitap geldi.
“Ey Habîbimin nûru, güzel hil’at istedin. Ben de seni onun için yarattım ve onun için seni dost edindim”, buyurdu.
Devamı var Alıntıdır…

1 Temmuz 2009 Çarşamba

RESÛLULLAH (S.A.V.'İN NÛRUNUN YARATINMASI

Şefâat denizinde, bin yıl (Rabbim Rasbbim) dedi.

Nasîhat denizinde, iki bin yıl (İlâhım, İlâhım) dedi.

Şükür denizinde üç bin yıl (Efendim, Efendim) dedi.

Sabır denizinde dört bin yıl (Yâ Ehad, yâ Ehad) Ey bir olan ey bir olan. De di.

Cömertlik denizinde beş bin yıl (Yâ Vâhid, Yâ Vâhid) dedi.

İnâbet denizinde, altı bin yıl (Yâ Vâcid yâ Vâcid – ey vücûda getirici, ey vâr edici) dedi.

Yakîn denizinde yedi bin yıl (Yâ Aliyyu, yâ Aliyyu – Ey Yüce olan, ey Yüce olan) dedi.

Hilm denizinde, sekiz bin yıl (Yâ Azîm, yâ Azîm – Ey Ulu olan. Ey Ulu olan) dedi.

Kanâat denizinde, dokuz bin yıl (Yâ Raûf, yâ Raûf – Ey çok esirgeyen, ey çok acıyan) dedi.

Muhabbet denizinde, onbin yıl (Sübbûhün, Kuddûsün, Yâ Allâh, yâ Kerîm – Ey kusurlardan arı duru olan, ey hiçbir eksiği bulunmayan, Yüce ve Ulu Allâh) deyip tesbîh eyledi. Allâhü Teâlâ bu deniz kenarında nûrdan bir konak yarattı ki, yerden ve gökten yetmiş def’a büyüktür. Bu konakta yedi yüz makâm yarattı. Bu makamlar şunlardır.

Tevhîd (Allâh’ı bir olarak tanımak) Makam’ı Ma’rifet (Allâh’ı ma’bûd olarak tanımak) makâmı îmân makâmı İslâm makâmı, Havf (Allâh’dan korkmak) makâmı, Recâ (Allâh’dan ümitli olmak) makâmı, Şükür makâmı, Hudû ve Huşû (Allâh’a karşı alçak gönüllü olmak ve boyun eğmek) makâmı, inâbet (günâhı terk edip, Hakk’a dönmek) makâmı, Haşyet (Sayğı ile beraber korku) makâmı Hayret (hayran kalma) makâmı, Kanâat (tok gözlülük) makâmı irâde makâmı ve en son. Muhabbet (Allâh’ı sevmek) makâmı. Hepsi yedi yüz makâmdır. Bunların her birinde Resûlullâh’ın nûru biner yıl kaldı. En son Muhabbet makâmına geldi, bin yılda bu makâmda durdu. Sonra Yüce Allâh’tan bir nidâ geldi

Devamı var Alıntıdır…